Diğer Bloglarım:
Nasreddin Hoca Osmanlıca Ebru Sanatı Muhlis Yalaka Makaleler / koksalciftci@hotmail.com
[Karikatürlerini kullanmama izin verdiği için Erdil Yaşaroğlu'na teşekkür ederim...]

Nasreddin Hoca ve Ulus Devlet



1200'lerden 1900'lere dek  tam 700 yıl Hace Nasreddin olarak anılan ünlü fıkra tiplememizin adı 1900'lerin başlarında Nasreddin Hoca olarak değiştirilmiştir. Selçuklu ve Osmanlı'da Hace Nasreddin şeref adlarıdır, arkasına gerçek ad eklenir. Hace Nasreddin Mahmut el-Hoyi gibi... Günümüzdeki örneklemesi, Prof. Dr. Mahmut el-Hoyi olabilir. Oysa Nasreddin Hoca dediğinizde, Nasreddin ad, Hoca soyadı gibi algılanıyor.
*
1900'lerin ilk yılları, Türkler için ulusal uyanış sürecinin başladığı yıllardır. Kısa süre sonra 1. Dünya Savaşı Çıkacak, Osmanlı yenik sayılacak, ulusal bilince sahip kadrolar önderliğinde Kurtuluş Savaşı başlayacak ve yaklaşık 10 yıllık bir süreç sonrasında yurttaşlık esasına oturmuş demokratik ve laik Cumhuriyet kurulacaktır. Cumhuriyet, tipik bir ulus devlet örgütlenmesidir; idari, hukuki ve kültürel kurumları da buna göre yeniden organize edilir.
Devlet doğrudan işe el atmasa da aydınlar fıkra tiplemelerini sözü edilen programa göre yeniden şekillendirirler. Buna göre Cuha, Şair Firuzdak, Şeyyad Hamza gibi Arap kültür emperyalizminin temsilcisi görülen tiplemelerin Anadolu'daki misyonerlik görevlerine son verilir. İncili Çavuş, Bekri Mustafa gibi kulluk esasını temsil eden tiplemeler de günlük yaşamımızdan sürülür ve tarihin tozlu sayfalarına gömülür. İki fıkra tiplemesine dokunulmaz: Biri Bektaşi, diğeri Nasreddin Hoca. Çünkü her iki tipleme de halk içinden doğmuş, halk adamı olarak kalmış, halkı temsil eden tiplemelerdir. Halk Cumhuriyeti'nin böyle kahramanlara gereksinimi vardır. Şans onların yüzüne güler.
*
Devlet laik olsa da kurucu kadro ağırlıklı olarak Sünni inanlılardan oluştuğundan, Bektaşi tiplemesi üvey evlat muamelesi görür, eğitim kitaplarından uzak tutulur; ulus devlet onu görmezden gelir. Bir tek -Bağımsızlık Savaşı'na katkılarından olacak- Alevi-Bektaşı inanlı kitlenin arasında özgürce yaşamasına ses çıkarılmaz.
Hoca ise ulus devletin korumasına alınır.
Hace Nasreddin şer'i imaj yarattığından, adı Nasreddin Hoca olarak yeniden düzenlenir. Çünkü bu, ulus devlet yapılanmasındaki ad ve soyadı çağrışımına daha uygundur.
*
Söylenenleri nesnel örneklerle ete kemiğe büründürmeye çalışalım:
Agayan Efendi'nin, Köprülü'nün
kitabına yaptığı Hoca çizimi.
Çaylak Tevfik Bey 1885 yılında Hazine-i Letaif adlı bir seçme dünya fıkraları kitabı yayımlamıştır. Henüz Osmanlıca'dan dilimize aktarılmamış olan bu kitapta dönemin uluslarına ait seçme fıkralar vardır ve aralarına da bizim tiplemelerimizin fıkraları serpiştirilmiştir. Orada Hoca'nın adı "Nasreddin Hoca" değil, "Hace Nasreddin-(ضواجه نصرالدين)" olarak geçer. Bu, Hoca'nın 1900'lerin başına dek bu adla anıldığını gösterir. 1918'de, ulus devletin kurucu kadrosunda yer alan Fuat Köprülü, Hoca ile ilgili bir kitap yayımlar. Adı "Nasreddin Hoca-(نصرالدين ضواجا)"dır. Köprülü, eserin önsözünde ve sonsözünde Hoca'nın "milli" mirasımız olduğundan, bunun dış baskılardan kurtarılarak yüceltilmesi gerekliliğinden söz eder ve neden şiirsel yazdığını da "Çok milli olan bu mevzunun, çocuklarımızı pek ziyade alakadar edeceğini evvelce de tahmin etmiştim. Binaenaleyh, bu teşvikten de yeni bir cesaret alarak, bu küçük kitabı teşkil eden manzumeleri yazdım."(s 24) sözleriyle gerekçelendirir.
"Çok milli" bulunan bu fikir tutar ve Hoca, o dönemden itibaren artık Nasreddin Hoca olarak anılmaya başlar. Sanki Nasreddin ad, Hoca soyadmış gibi... Onu Orhan Veli izler. Hace Nasreddin unutulur.
Bu ulusal duruş, diğer tüm fıkra tiplemelerini geri plana iter. Daha Cumhuriyet'in ilk yıllarında onlara ait fıkraların hatırı sayılır bir kısmı Hoca'ya aktarılır. 1500'lerdeki ilk el yazmalarına göre fıkra yaşamına ortalama 35 şaka ile başlayan Hoca'nın repertuarı 1900'lerde birden 1000 şakanın üstüne fırlar. Öyle ki günümüzde araştırmacı Mustafa Duman seçme yaptığı halde kitabının adını "Nasreddin Hoca ve 1555 Fıkrası"olarak koymak zorunda kalır.
Böylece süreç tamamlanmış olur.
*
Not: Konu, bir kitap çalışmasının özeti olduğundan kısa tutulmuştur.
*
Bu yazı, TGC'nin yayın organı BİZİM GAZETE'de de yayımlanmıştır. TIKLAYINIZ

Çağdaş Nasreddin Hocalar / Karikatürcüler 9

Yazıları rahat okumak için resimlerin üstüne tıklayınız...

جحا Cuha - Hoca İlişkisi...

Cumhuriyet kuşağımız Cuha'yı bilmez.
Oysa o, 1800'lü yıllara dek Osmanlı toplumunu eğlendiren Bekri Mustafa, Bektaşi, İncili Çavuş gibi en baş tiplemelerden biriydi ve Nasreddin Hoca, bu sıralamanın ancak sonlarında yer alırdı. Kurtuluş Savaşı öncesi, diğer kavimlerde olduğu gibi Türk kavminde de ulusal duyarlılık, mücadelenin lokomotifi oldu, kendimize ait değerler öne çıkarıldı. Özgüven açısından bu kaçınılmazdı. Dil, tarih ve kültür tezlerinin geliştirilmesi bu sürecin ürünüdür. Eylem -el yordamıyla- gülmece alanını da kapsadı. Böylece 1800'lerin son çeyreğinden itibaren bu toprağın çocuğu olmayan güldürü ögeleri popülerliğini yitirmeye başladı. 1900'lerin başında pek çok yabancı kökenli tipleme ancak üç beş fıkrasını koruyabildi. Nasreddin Hoca yerel ve özgürlükçü olması nedeniyle ön plana alındı,
Cuha ise 1200'lerden 1800'lere dek elde ettiği görkemli ününü tamamen yitirdi. Öyle ki günümüz insanının pek çoğu "Cuha" sözcüğünü ilk kez duyduğunu söyler durumdadır.
Peki öyleyse, Cuha kimdir ve bizim Nasreddin Hoca'yla ilgisi nedir?
Arap çizerlerin kaleminden bir Cuha tiplemesi.
*
Cuha, bir Arap kavmi güldürü tiplemesidir. Bizim Hoca Nasreddin'den yaklaşık 200 yıl önce tarih sahnesine çıkmıştır ve Hoca'ya ait olduğunu sandığımız fıkraların dörtte üçü ona aittir. Cuha'nın doğduğu ve bugün de aynı derecede önemini ve popülerliğini koruduğu ülkelerin bazılarının adı şöyledir: Özelde, Fas, Tunus, Cezayir, Mısır, Filistin, kuzey Suriye, Irak, Kuzey İran, Güney Anadolu, genelde Arap ülkeleri. Dikkat edilirse Cuha'nın yaşam şansı bulduğu toprakların bir kuşak üzerinde olduğu hemen göze çarpar; bu bir rastlantı mıdır?
Tarihsel olguları karşılaştırmalı incelersek rastlantı olmadığı ortaya çıkar.
Arap çizerlerin fıkralarından yola çıkarak ürettiği
sayısız Cuha bant karikatürlerine bir örnek.
Cuha yaklaşık 900'lü yılların son çeyreğinde ortaya çıkar, 1100'lü yıllarda sözü edilen topraklarda popülerleşir. Peki, o dönem Fas, Tunus, Cezayir, Mısır, Filistin, kuzey Suriye, Irak ve Kuzey İran'da hangi güçler egemendi? Buna konuya aşina hemen herkes "İsmaililer" yanıtını verir.
İsmaililer ile Cuha'nın ilişkisi şöyledir:
İsmaililer özellikle Karmatiler'den kopup Mısır'da Fatımi devletini kurduktan sonra misyonerlik çalışmalarına hız verdiler. Misyonerler, kurdukları el-Ezher Üniversitesi'nde, birkaç dil bilen üst düzey bilginler olarak yetiştiriliyor, İsmaili/Fatımi Halifesinin tam yetkisiyle donanımlı olarak hedef ülkelere derviş kılığında gönderiliyorlardı. Onlara HÜCCET denirdi.
*
Hüccet / Huca / Hoca nasıl Cuha oldu?
950'li yıllarda Batıni-Zahiri, başka deyişle Ehli Sünnet-İsmaili çatışması  Fas, Tunus, Cezayir, Mısır, Filistin, Kuzey Suriye, Irak ve Kuzey İran'da şiddetlenmişti. Taraflar birbirini yok etmek için mücadele veriyordu. İsmaili Hüccetler / Hocalar, akademik eğitimli entellektüeller olduğundan, yüzeysel bilgilere sahip Ehli Sünnet din adamlarını 'cahil' olarak niteliyorlardı. İsmaililer kavgada güldürü silahını kullanmaya karar verdiler ve rakipleri olan 'cahil' takımını temsil eden bir fıkra kahramanı yarattılar; adı da 'cahil insan' anlamına gelen Cuha oldu. Cuha, 'Kedi buysa et nerede?', 'Kazan doğurdu' ve 'Eşeğe mi inanıyorsun bana mı?' 'Karşı kaldırımda baklava götürüyorlar, bana ne?' gibi güçlü tekniğe sahip fıkralarla sahne alınca kısa sürede Ehli Sünnet bölgeler dahil tüm İslam ülkelerinde ünlendi.
Bölgede ve Anadolu Selçuklusunda Cuha, 1250'li yıllara dek bu adla yaşadı.
Bu yıllarda Moğol; Alamut, Bağdat ve Konya'yı baskı altına almıştı. Tehdit ölümcüldü, bölgenin yeni liderleri "teslim olursak Moğol bize dokunmaz" fikrini benimsemişti.
Bu politikayı Anadolu insanına benimsetme görevi de Mevlana'ya düşmüştü.
*
Hoca tiplemesi ise ancak 1260'lı yıllardan sonra özgünleşebildi.
Türk çizerlerden bir Hoca tiplemesi.
İsmaili Halifeliği ve son devleti olan Alamut da yıkılmak üzereydi, Cuha desteğini tamamen yitirmişti. Bunu fırsata dönüştüren Mevlana, Cuha'yı Şam'dan Anadolu'ya taşıdı ve Moğol istilasına karşı çıkan Ahiler ile Türkmenler'i vurmak için kullandı.
1300'lerin başında Türkmenler İsmaili Hüccetlerden yanaydılar, kendi kahramanlarının ters yüz edilerek aleyhlerine kullanılmasına razı gelmediler ve "Hoca" adını kullanarak karşı saldırıya geçtiler.
Anadolu Türkmen liderleri olan Hüccet'leri 1200'lerin başlarında Bağdat Halifesi Nasır Lidinillah atamıştı, bu nedenle onlar kendilerini "Nasır yanlısı", "Nasırcı" olarak kabul ediyorlardı. Görevlerinin yanına fıkra kahramanlığı da eklenince Anadolu Hüccetlerinin adı Hace Nasıreddin oldu.
*
Özgün bir tipleme olmadığından Hoca'nın fıkraları, başlarda Cuha fıkralarının aktarılmasından oluşuyordu. Moğol istilasına tepki olarak Anadolu topraklarında Türkmenler güçlendikçe özgün Hoca fıkraları da çıkmaya başladı. Bu fıkralar, Hoca'yı babacan, sözünü esirgemeyen, dürüst, sevecen kişilikle yansıttılar. Yine de üretilenler Cuha fıkralarının gölgesinde kalmaktan kurtulamadılar. Bu nedenle bize ait Hoca fıkrası sayısı, adapte edilen Cuha fıkrası sayısının dörtte biri seviyesinde kaldı.
Günümüzün Hoca fıkralarında görülen karakter uyuşmazlığı da bundan kaynaklanmaktadır.
*
Cuha ülkesine gönderildi, fıkraları Hoca dağarcığına aktarıldı.
1900'lerin başında artık Anadolu insanı uluslaşma sürecine girmişti ve bünyesindeki yabancı unsurları temizlemek niyetindeydi. Cuha da bu temizlikten nasibini aldı, topraklarımızdan sürülüp çıkarıldı. Mirası onca fıkra da Nasreddin Hoca hanesine yazıldı.
*
Örnek olması için, Nasreddin Hoca fıkrası sandığımız birkaç Cuha fıkrasının başlığını verelim:
• Et Buysa Kedi Nerde?
• Bana mı, Eşeğe mi İnanıyorsun?
• Şimdi Kuşa Benzedin.
• Karşı Kaldırımda Baklava Götürüyorlar, Bana Ne?
• Ye Kürküm Ye.
• O Sopayı Yeseydin Sen de Dört Ayaklı Olurdun.
*
Bir ayrıntı: Bizim Hoca'ya malolmuş Cuha fıkrası çoğunluktaysa da bizden Arap topraklarına gitmiş ve Cuha anlatısı olmuş fıkralar da vardır.
Bir başka ayrıntı da şudur: Hiçbir kavmin fıkra tiplemesi saf kan, yüzde yüz özgün değildir. Tümü, kültürlerarası iletişimle iç içe geçmişlerdir.
Bir düşünün, Temel fıkralarının kaçta kaçı özgün Karadeniz insanı üretimidir?
Hoca'yı da bu bağlamda değerlendirmekte yarar vardır.